Tarihte ilk kez 1911 yılında Alman Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, Danimarka’da toplanan uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı’nda ölen ABD’li kadın işçilerin anısına 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını önerdi. Öneri oy birliği ile kabul edilerek, anma her yıl 8 Mart tarihinde gerçekleştirilmiştir. Bu tarihten 10 yıl sonra, 1921 yılında Moskova’da Üçüncü Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda günün adı “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak değiştirilmiştir. Bazı ülkeler, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Kadınlar Günü kutlamalarına, yasaklar ve kısıtlamalar getirilmiş. Ancak kadınlar 1960’lı yılların sonunda 8 Mart’ı yeniden anmaya başlarlar. Son olarak Birlemiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977’de 8 Mart tarihinin “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etmiştir.
8 Mart Türkiye’de ilk kez 1921 yılında kutlandı. 1975 yılından sonra ise kitlesel kutlamalar başlar. 12 Eylül darbesi ile ara verilen kutlamalar 1984’ten bu yana devam etmektedir. Dünya Kadınlar Günü, ülkemiz adına kadın haklarının kazanılmasında ve iyileştirilmesinde konunun gündeme gelmesi açısından önemli bir gündür.
Günümüzde çiçek, pırlanta ya da herhangi bir hediye ve indirimle kutlanılan kadınlar günü sadece hediyelerle anmamız gereken bir gün mü? 8 Mart’ın tarihsel sürecine baktığımızda mücadelelerin, katliamların, fabrika yangınında ölen kadın işçilerin bizlere bıraktığı bugünü nasıl anmalıyız?
Kadın olarak hayatta kalmanın ne kadar zor olduğunu hepimiz iyi biliriz.
Çoğu zaman şiddetten ve sevgisizlikten kaçıyoruz. Çalışma hayatından kopartılıp yediğimiz içtiğimiz her şeyin yargılandığı bir coğrafyada yaşıyoruz.
Doğup büyüdüğüm topraklarda kadınların çoğu, hayata 5-0 yenik başlar. Hayata erkek olarak gelmemişseniz, ataerkil bir zihniyet için pek bir şey ifade etmezsiniz çünkü erkek değilseniz ergen olmaya hakkınız yoktur. Bazı kadınlar çocuk bile olamazlar. Özellikle dindar bir ailedeyseniz seçim şansınız da pek yoktur. Çoğu zaman tesettür için büyümeniz bile beklenmez. Şimdilerde okula gönderilmeyen kız çocuklarına daha az rastlasam da bu durumun hala kanayan bir yara olduğunu iyi biliyoruz.
Geçmişten bugüne namus kavramının en çok arandığı canlılar kadınlar, ahlak bekçilerinin kendi yaşayış biçimlerine ve kirli zihniyetlerine bakmadan yargıladıkları tek canlılar kadınlar! Egolarını tatmin ettikleri, güç gösterileri yaptıkları kişiler maalesef yine kadınlar.
2009 yılında Münevver Karabulut öldürüldüğünde aynı yaştaydık. O günden sonra bildiğim tüm doğrular değişti. Bu cinayet bana Batı’da yaşıyor olmanın, iyi eğitimli insanların arasında olmanın, geleneksiz, töresiz bir yaşamın da işe yaramadığını gösterdi. Ölmek için sadece kadın olmanız yetiyor. Sonra ben büyüdükçe kadınlar daha çok ölmeye başladı. Yaşadığım ilçede küçük Medine, erkek arkadaşı var söylentisiyle dövülerek, öldü sanılıp diri diri toprağa gömülmüştü. Sonra Özgecan Aslan, Şule Çet, Emine Bulut, Pınar Gültekin ve daha niceleri… Hiç azalmadı sayıları her geçen gün daha çok katledildiler. Neden sorusunu sorduğumuzda ise cevabı çok açık; “Etkin olarak uygulanmayan yasalar”. Katillere verilen ceza indirimleri, gerici kültürel kodların şiddeti meşrulaştırıyor olması yeterli sebeplerdir.
Kadın Cinayetlerini durduracağız platformunun verilerine göre 2024 yılının ilk ayında 21 şüpheli kadın ölümü ve 31 kadın cinayetinin gerçekleştiği zamanlarda kadın olmanın, kadın hakları için mücadele etmenin önemini bir kez daha anlıyoruz. Kadınlar evde, okulda, iş yerinde, sosyal yaşamın her alanında zorbalıklara ve şiddete maruz kalıyorlar. Günümüzde hala çocuk yaşta evlendirilen, boşanmak istediği eş ya da ayrılmak istediği erkek arkadaşı tarafından katledilen kadın kardeşlerimizin olduğunu unutmamalıyız.
Bugün de görüyoruz ki kadınlar günü sadece hediyelerle kutlayıp geçebileceğimiz bir gün değildir. Şiddetin tırmandığı, bireysel silahlanmanın arttığı, kadının varoluşunu yok yasayan bu düzenin karşısında durmalı ve değişmesi için mücadele etmeliyiz.
Kadınların cinsel bir obje olmadıklarını, kadınların bu dünyaya sadece anne ve eş olmak için gelmediklerini, giydiği kıyafetle, dışarı çıktığı saatle yargılanmadıkları bir dünya istiyoruz.
8 Mart ‘ın Kadın hakları savunusu için bir mücadele günü olduğunu ve bu mücadelenin cinsiyete dayalı ayrımcılığı ortadan kaldırma mücadelesine dönüştüğünü unutmamalıyız. Kadınların temel hak ve özgürlükler mücadelesinin tarihi, bir insan hakları mücadelesi tarihidir. Ancak kadınların özgür ve mutlu olduğu bir toplumda geleceğe şefkatle bakabiliriz. 6284 Sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanunun etkin uygulandığı, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik her türlü ayrımcılığın sona erdiği, toplumsal cinsiyet eşitliğinin olduğu, özgür ve şiddetsiz bir dünya hepimiz için mümkün.
Cemile Kavak